9 Kasım 2013 Cumartesi

Kuşçubaşı Eşref

  Eşref Kuşçubaşı, son dönem tarihimizde dikkati üzerine çeken, cıva gibi bir kahramandı. Daha lise çağlarında, o zamanki moda fikirlere kendini kapatırdı, hürriyetçi kesildi, İstanbul’dan uzaklaşması için Edirne Askeri Lisesi’ne nakledildi. Sonraki öğrenimini de İstanbul’un dışında tamamladı.

  Hürriyet ateşinin Arapların içinde alevlenmesi için çalışmalar yaptı. Fakat çok geçmeden, rejim aleyhtarlığının, emperyalistlerin sinsi tahrikleriyle bölücülüğe dönüştüğünü fark etti. Bunlarla mücadele etmek için bir teşkilat kurdu. Miralay Rasim Bey, bu organizasyona “Teskilat ı Mahsusa adını verdi. Osmanlı’nın tarih sahnesinden çekilmesiyle Müslümanların sahipsiz kalacağına inanan Şerif elTunusi, Şeyh Sünusi, Sekip Aslan, İsmail Canbolat, Mehmet Akif ve daha pek çok ünlü de onunla birlikte hareket etti. 1913 yılının Ekim ayına kadar gönüllü bir kuruluş olan Teşkilat ı Mahsusa, Enver Paşanın ısrarıyla devletin resmî bir kurumuna dönüştü. Ondan sonra, Mehmet Akif, Sekip Aslan gibi ilimde irfanda ün yapmış değerli insanların bu kurumla ilgisi kalmadı ama milletçe ne zaman ihtiyaç duyulmuşsa, hizmetlerini esirgemediler.

  Dünyanın petrolden dolayı bir savaşa sürüklendiği belliydi. İtalyanlar hem yayılmak, hem de arzu ettikleri blokta yer alabilmek gayesiyle Akdeniz’deki hâkimiyetlerini tartışmasız duruma getirmek için Trablusgarp’ı işgal etmeye kalkıştılar. Enver Bey’le Eşref Bey oraya gitmeye karar verdiler. Başarılı olurlarsa, Osmanlı’nın bazı genç subayları da onları rakip edecekti. Mısır’daki Müslümanlar, Libyalılar ve bilhassa Şeyh Sinusi umdukları desteği fazlasıyla verince, İtalyanlarla aralarında çetin bir mücadele başladı. Mustafa Kemal,Fuat (Bulca),Deli Fuat Paşanın çocukları Halid ve Hayrettin ve Çerkez Ethem’in ağabeyi Reşit Bey’in de aralarında bulunduğu genç subaylar Libya’ya gittiler.

  Bu sırada Balkan Savaşı patlak verdi; Bulgarlar Büyükçekmece Gölü’nün yanında bulunan Muratlı tepelerine kadar geldiler. Hükümetimiz ve paşalarımızın pek çoğu, İstanbul’u kurtarmanın peşine düştü. Londra’da toplanan devletler Enez Midye hattının sınır olmasını kabul ettiler. Fakat Bulgarlar bu hatta çekilmiyor, Yunanistan’la aralarındaki toprak anlaşmazlığını çözüp İstanbul’u almak istiyorlardı. Dünyanın şartları da buna elverişliydi; mesela Alman İmparatoru, “İstanbul, Bulgaristan’a yakışır” diyordu. Sadrazam Kamil Paşa ise, Enez Midye hattından başlayan bugünkü Trakya Topraklarımızda bir tampon devlet kurmakla İstanbul’u kurtaracağını ümit ediyordu. Ortam çok karışık olsa da, belki bir şeyler yapabilirler ümidiyle geri çağırılınca. Enver ve Eşref Beyler, Libya’daki diğer genç subaylar, Zenci Musa, Mamaka Mustafa gibi fedailer buraya döndüler. Enver Bey, kendisini yarbay olarak, Muratlı tepelerinde bulunan Onuncu Kolorduya Kurmay Başkanı tayin ettirdi.
  Teşkilat ı Mahsusa tarafından yurdun değişik bölgelerinden gizlice gönüllüler toplandı. Eşref Bey, Cihangiroğlu İbrahim ve Selim Sami tarafından Taksim ve Metris kışlalarında eğitilen gönüllülerin arasına sivil kıyafetle pek çok asker de katıldı. Bir gece kayıkla Marmara’nın sularından beş onbaşı ile düşmanın arasına sızan Mamaka Mustafa, Muratlı tepelerini Edirne’deki Bulgar karargâhına bağlayan telleri kestiğini haber veren lambayı patlatınca, Eşref Bey’in fedaileri husule gelen şaşkınlıktan yararlanarak saldırıyı başlattılar, “ikinci Balkan Harbi” denen bu savaşı “Türk Gönüllü Kuvvetleri Kumandanı” olarak Eşref Bey başarıyla yönetti.

  Birinci Dünya Savaşı’nda nerede yangın varsa, orada Eşref Bey’i ve Teşkilat ı Mahsusa’nın fedailerini görüyoruz. Mesela çok çetin bir taarruz olan Kanal Harekâtında oradaydılar. Hiç umulmadık biçimde Kanal’ı geçtiler; ne yazık ki beklenen takviye gelmedi.

  O sırada Yemene üç yüz bin altın götürüyorlardı. Bunun yarısını San’a'daki Yedinci Kolordu’ya bırakacak, diğer yarısıyla da İmam Yahya’nın askerlerini teşkilatlandırıp ardından gelecek Şerif Hüseyin’in kuvvetlerini vuracaklardı. Yemen’in Cembele mevkiinde 12 Ocak 1917′de. Eşref Bey kırk üç mücahidiyle İngiliz ve Fransız subaylarının kumandasındaki yirmi beş bin kişilik orduya karşı bir gün bir gece savaştıktan sonra esir düşüp Malta’ya sürüldü.

  Eşref Bey’in Milli Mücadele’nin başlangıcından asıl hizmetler yaptığını Başbakanlarımızdan Rauf Orbay “Siyasi Hatıralarının ilk cildinin on birinci sayfasında şöyle anlatır: “Süleyman Askeri, Kuşçubaşı Eşref ve kardeşi Sami ile bazı arkadaşlarının, Osmanlı Devleti Avrupa devletlerinin baskısından bunalınca, bu saldırıyı ortadan kaldırmak için Batı Trakya Cumhuriyeti diye özerk bir devlet kurduklarını biliyoruz. Bu bağımsız gibi hareket eden, fakat Osmanlı’nın İttihatçı kanadına bağlı tutumunu koruyan devletin, ortak baskılar yüzünden feshedilmesi gerekti. Feshettiler, Fakat devletin elinde bırakılmış bazı paralar ve Bulgaristan’dan ganimet olarak ele geçirilmiş sürüler vardı. Bunları sattılar ve elde edilen parayı altına çevirerek Kuşçubaşı Eşrefe teslim ettiler. Kuşçubaşı Eşref de, bir gün gerekeceğini düşünerek paralan çiftliğine gömdü. Bu parayı bana anlattığı için biliyorum. Ayrıca Enver Paşa, savaşın kaybedileceğini kestirince, ülkenin istila edilmesi halinde gerilla savaşı yapılması için, bazı yerlere silah yerleştirmişti. Bu yerlerden biri de Kuşçubaşı’nın çiftliği idi, Hem silahlar hem altınlar son derece özen gösterilerek gömülmüştü.

  Anadolu mukavemeti karan alınınca, ben bu altınları ve silahları Mustafa Kemal Paşanın emrine verdim.”
Mehmet Akif, Milli Mücadele hareketine katılmak üzere İstanbul’dan Ankara’ya giderken, çete savaşlarıyla Geyve Boğazı’nı açık tutarak bu ihtilali sağlayan Kuşçubaşı ile Yenibahçeli Şükrü’ye rastladığını belirtir. Fevzi Paşa, İsmet Paşa ve daha pek çok önemli kişi de aynı yoldan faydalanmıştır.

  Hakan Kağan, bana milletimizin bu çelik yürekli evladını anlatan bir roman yazmaya başladığını bildirdiğinde çok mutlu olmuştum. Yeni nesiller Eşref Kuşçubaşı’nı tanır, onun gibi idealist olmayı benimserlerse, yeni Kuşçu basılara kavuşabiliriz. Bunların illa ki savaşlarda yiğitlik göstermeleri gerekmez. Bilim ve sanat cefaya katlanmak ister, hayatım vermeyen, bunlardan hiçbir şey elde edemez. Fizik, kimya, matematik ve diğer bilimlerde gösterilecek fedakârlıklarla Batı ile aramızdaki farkın kapanması sağlanabilir. İdealizmin, fedakârlığın olmadığı yerde hiçbir şey gerçekleşmez. Bunun için, Eşref Bey’in hareketleri çok önemlidir. Hakan Kağan konunun altından yüzünün akıyla kalkmış, Eşref Bey’i bize yakından tanıtmıştır. Bu toprağın çocuğu olarak kendisine teşekkür ediyor, yeni eserlerle ilim ve irfan dünyamızı zenginleştirmesini diliyorum.


Mehmet Niyazi Nisan 2008

8 Kasım 2013 Cuma

Alamut Kalesi ve Hasan Sabbah


  Yalçın bir dağın tepesinde fethedilemez denilen Alamut Kalesi ve Alamut'un piri Hasan Sabbah...
Hasan Sabbah hakkında bu zamana kadar edinilen bilgilerin çelişkili olması gerçeğinin dışında, aslında hepsinin ortak bir nokta da buluştuğu gerçeğini de göz ardı edemeyiz. Evet, kimine göre ''tarihte ki ilk terörist'' kimine göre ''Seyduna''. Ama kesin olan bir gerçek var ki oda tarihteki  en parlak dehalardan biri olduğudur. Ömrü boyunca bir çok yer gezmiş Hasan Sabbah. En son Alamut Kalesi'ni savaşmadan ele geçirmiş ve fethedilemez denilen bu kaleden ömrünün sonuna kadar hiç ayrılmamış. Hakkın da kesin ve net bilgilerinin olmamasının sebebi ise Alamut Kalesi'nin Moğollar tarafından ele geçirilmesinin ardından kale de ki büyük kütüphanenin yakılmasıdır.

''Hiç bir şey doğru değildir.
 Böylece herşey serbesttir.''

 Hasan Sabbah

  Bu dönemde Selçuklu Devleti’nde taht kavgası vardı. Bu durumu en iyi şekilde değerlendiren Hasan Sabbah, örgütlenme alanını günden güne genişletti. Örgütlenme ağı o kadar ilginçti ki, Selçuklu Devleti’nin üst düzey memurları dahi İsmaili olmuştu. Bazı iddialara göre onun aklında daima padişahlık vardır. O padişahlık uğuruna doğup büyüdüğü toprakların bağlı bulunduğu Büyük Selçuklu Devleti’ni yıkıp padişah olmak istemiştir.

  İslamiyetin tarihinde yaşamış olduğu farklı mezheplerden biri olan Şiilik mezhebi İran’da yaygındır. Bu mezhebin üyelerinin Selçuklu hakimiyetindeki bölgelerde Sünni yöneticiler tarafından baskıya maruz kaldıklarından dolayı Şiilik gizli olarak kendisini var etmiştir. Hasan Sabbah’ın da mensup olduğu İsmailiyye tarikatının inancına göre 12 imamdan yedincisi olan Cafer öldükten sonra oğlu İsmail’i imam tayin etmiştir. Ancak İsmail babasından önce ölmüştür. İsmaili tarikatı ise İsmail’in ölmediğini ve gizlenmek için ortadan kaybolduğunu, zamanı gelince geri döneceğini savunur. Bunun haricinde Hasan Sabbah’ın bağlı bulunduğu Nizari kolu ise 18. imam Mustansır’dan sonra ise Musta’li değil Nizari’nin gelmesi gerektiğini savunur..



  Hasan Sabbah, bütün yaşamı boyunca İsmaili inancının özgürce yaşanması için çalıştı. Bu noktada başarılı oldu. Bugün dahi onlarca kişi Hasan Sabbah’ın yaptıklarını hayranlık, şaşkınlık ve gıpta ile değerlendirmekteler. Hasan Sabbah’a olmadık iftiralar, hakaretler ve yakıştırmalar yapıldı. Öyle ki, Hasan Sabbah taraftarlarına afyon içenler anlamında haşhaşiler denildi. Oysaki onlara “Fedayin” deniliyordu. Fedayin kavramının Türkçe karşılığı “bekçiler, sır bekçileridir”. Onlar  değerleri için, inançları için yaşamını dahi feda etmekten gözlerini kırpmadılar. Günümüzde dahi, Hasan Sabbah ve taraftarları için en ahlâk dışı iftiralar yapılmaktadır. Onlara göre Hasan Sabbah, fedailerini sahte cennet vaadiyle kandırıp, onları uyuşturucuya alıştırıp, eylemlere gönderiyormuş.

  Hasan Sabbah hakkında yazılan birçok popüler eserin aksine konuyu bilimsel yöntemle değerlendiren eserler de mevcuttur. Bunlardan en önemlisinin yazarı Farhad Daftary’ye göre döneme ait bilgi kaynakları sadece Şii inanca düşmanlık besleyen Sünni kaynaklar ve İslami tarihi hiç anlamayan yanlı Haçlı kaynaklarıdır. Buralardan kaynaklanan yanlış bilgilendirme ve karalama kampanyasının sonucu olarak esrar, haşhaş, intihar fedaileri, bakirelerin gezdiği bahçeler efsaneleri türetilmiştir. Gerçekte varolan ise sağlam bir örgütlülük yapısına dayanan bir vurucu güçtür.

  Hasan Sabbah’ın Alamut kalesini koruması, bu kaleye en güçlü ordunun dahi girememesi günümüzde dahi gıpta ile bakılan, hayranlık duyulan bir olaydır. Nasıl olurda bir fedai gözünü kırpmadan eylem gerçekleştirmiştir? O fedai nasıl bir eğitimden geçmiştir? Hasan Sabbah nasıl taktikler geliştirip, stratejisini uygulayıp, kaleyi güçlü ordu karşısında korumuştur? Bütün bunlardan yola çıkarak, Hasan Sabbah’ın etkileme gücü, bilinci, askeri dehası, örgütlenme stratejisi günümüzde hayranlık uyandırıyor. Böyle bir büyük kişilik tarihteki görevini farklı bir şekilde tamamlamış 1124 yılında ölmüş ancak unutulmazlar arasındaki yerini de sonsuza kadar almıştır.

Hasan Sabah; 1124 yılında öldüğünde arkasında güçlü bir silahlı örgüt ve sadece İran’da değil tüm Mezopotamya’da korkulur bir askeri ve siyasal güç bırakmıştır. Tarikat Moğol istilası yıllarına kadar ayakta kalmıştır. Alamut kalesi ise 1256 yılında civarına gelen Moğol komutanı Hülagû Han tarafından normal yollardan ele geçirilemeyince; o yıllarda yeni keşfedilen petrol; kalenin bulunduğu tepenin altına tüneller kazılarak ve bu tünellerin de içlerinde petrol havuzları oluşturularak ateşe verilerek patlatılmış dolayısıyla da imha edilerek ele geçirilmiştir. Pratikte ele geçmesi imkânsız olan oldukça dik, sarp kayalıklar üzerinde kurulmuş olan bu kale; tarihte de pek çok güçlü orduya meydan okumuş konumu ve sert savunması nedeniyle asla ele geçirilememiştir. Semerkant’a (roman) göre ise kale kendiliğinden teslim olmuştur. Zaten Hasan Sabbah’ın verdiği ruh zayıflamaktadır.  Teslim olunduktan sonra kale yakılacaktır. Moğolların hikayesindeki bir bilgin Alamut kütüphanesindeki kitapları kurtarmak ister. Bir el arabası verilir ve alabileceği kadar alması söylenir. Adam önce Sünni olduğu için Kur’an’ları kurtarır. Sonra da uzun, uzun kitaplara dalar.Vaktin geç olduğu konusunda uyarı gelince önündeki kitapları kaparak çıkar. Orada dünyadaki bir sürü şey hakkında bilgi içeren ve nüshası bulunmayan bir çok kitap yanar. Hasan Sabbah ve yandaşlarının da bağlı oldukları Nizari İsmailiyesi’nin günümüzde temsilciliğini Hindistan da yaşayan ünlü Ağa Han ailesi yapmaktadır.

Kaynak

1. Hasan Sabbah Gerçeği, Eşitlikçi Dervişan Cumhuriyetleri, Faik Bulut

2. The Assassin Legends: Myths of the Isma’ilis, Farhad Daftary (İngilizce)

3. Alamut: Fedailerin Kalesi, Wladimir Bartol

4. Semerkant (roman), Amin Maalouf

5. Alamut’un Efendisi, Pol AMİR.

6. Güvercinin Gerdanlığı: Alamut’a Dönüş, Ernst W. Heine

7. Haşaşiler Thamos’un Haşaşiler derlemesi.

8. İsmaililik ve Tapınak Şövalyeleri